Bizim buralarda
bir zeytin ağacı efsanesi vardır. Bütün halk tarafından lanetli olduğuna
inanılan bu ağaç, belki de bizim köyün en yaşlı ve en büyük ağacıdır. Bulunduğu
zeytinlik arazisinde otlatılan tüm hayvanlar bile bu ağacın yanına yaklaşmaktan
çekinir, yapraklarını yemek için çabalamazlar. Keçiler koyunlar zeytin yaprağı
yer mi demeyin, bizim buralarda bayılırlar. İnanılana göre, eski zamanlarda
insanlar bu ağaca gider, işlediği günahlarını, tüm dertlerini anlatır ve bu
ağacın onların her bir derdine deva olduğunu, hatta tüm günahlarının bile
silindiğini düşünürlermiş. Çocukluğumun geçtiği sokaklarda dolaşıp dururdu bu
hikayeler, bizden yaşça büyük olan çocuklar “o cebinizdeki misketleri
vermezseniz sizi yakalayıp ağaca götürürüz haaa veletler” diyerek bizi
korkuturlardı. Eski insanlar neden bu ağaca böylesine bir anlam yüklemişler
hiçbir zaman anlamamıştım. Belki de insanların her zaman bir şeye inanma
ihtiyaçları vardı, eskiden kutsal olduğuna, şimdi de lanetli olduğuna…
Üniversiteyi
bitirdikten sonra ardımda bıraktığım bu köye bir daha asla dönmeyeceğimi
düşünmüştüm. Köyler her zaman biz gençler tarafından geri dönülecek bir yer
olarak görülmemiştir, büyük şehrin yeri tabii ki bir başkadır. Fakat yıllar
içerisinde her şey değişti, insanların talepleri yön değiştirdi. Ekmekler
glütensiz, yumurtalar organik, besinlerin adı kalori… Böylece şehirlerden köye
geri kaçış başladı. Benim de köyüme ziyaretim bu sayede oldu. Üniversite
arkadaşlarımla birlikte bizim köyün yolunu tuttuk.
“Yahu Deniz, sizin
köye neden zeytinlik köyü diyorlar? Yolda bir tane bile zeytin ağacı görmedim”
“Zeytinlikler
dağın arka tarafında kalıyor, gerçi pek de zeytin ağacı olduğu söylenemez
dediğin gibi, yıllar içerisinde hepsi kurudu, topraklar çok bereketsiz. Bizim
buralarda bir efsane vardı, sanırım ondan alıyor adını.”
“Hadi yaa,
neymiş bu efsane anlat bakayım bize”
Ya şimdi ne
anlatayım ben bu kıza. Bize de hep yarım yamalak anlatıldı, belki de bu efsaneyi
en ayrıntılı şekilde bizim köyden yıllar önce taşınmış Mustafa Amca’dan
öğrenebilirdim. Ve böylece bizimkileri köyün az ilerisinde oturan Mustafa
Amcaya götürmeye karar verdim. Bize de bir macera çıktı işte.
Evinin küçücük penceresinden
içeri baktığımızda, Mustafa Amca’yı sobasının üzerine kestaneleri koyar
vaziyette gördük. Televizyonun sesini uzaktan bile duyabiliyorduk, tarlada tüm
günün yorgunluğu ardından keyif yapmak istercesine bir hali vardı. Gözlerinin
içindeki o ışığın hala var olduğunu daha kapıdan girmeden anladım. Hiç
değişmemişti Mustafa Amcam.
Beni gördüğü an çocuğuna
sarılır gibi sarıldı, böyle kalabalık geldiğime de bir o kadar mutlu oldu. Sedirin
üzerindeki örtüler kim bilir kaç yıllıktı…Eşinin ölümünden sonra, sanki kokusu
bile evden gitmesin diye hiçbir şeyi değiştirmemişti. Eşinin tozlu raflardaki resimleri
hala yerinde duruyordu.
Köyün ne çok
değiştiğini, arazilere gelen otel tekliflerini anlattı bize. Bir süre de
havadan sudan konuştuktan sonra bizim zeytin ağacı efsanesini sordum Mustafa
Amcaya. Hepimiz içimizi ısıtan sobanın önünde, yerde bağdaş kurmuş bir şekilde
bu uzun hikayeyi dinlemeye başladık…
“Ah benim
canım oğlum… bunu anlatmamı uzun süredir isteyen kimse olmamıştı. Şöyle
eskilere gidelim, en başından anlatayım size bu hikayeyi.
Eskiden bu
köyde yaşayan insanlar ne zaman sıkıntıda olsalar bu zeytin ağacına gidermiş.
Tabii o zamanlar vicdan ağacı derlermiş bu ağaca. Dertler biiir bir
anlatılırmış… Bu ağaca giderken sıkıntı içerisinde gözüken her bir insanın
dönüşte yüzünde güller açarmış. İnsanlar bu dertlerinin nasıl oluyor da
çözüldüğünü hiç anlamamış, çözülüyormuş işte. Bu ağaca gitme alışkanlığı yayıla
yayıla köy daha mutlu insanların olduğu bir yer haline gelmiş. Peki böylesine
her derde deva bu ağacın şu an lanetli görülmesinin sebebi nedir? Ona da
geleceğim…
Sizce ilahi
bir gücü mü vardı bu ağacın? Hayır evladım… İnsanların yargılanmadan
dinlenilmeye ihtiyacı vardı. Dertlerin çözümü kelimelerin içinde saklıydı.
Psikolog mu vardı eski zamanlarda, pehh…İçini dökebileceği kimseyi bulamayanlar
giderdi bu ağaca. Her bir insan, kendisini açıklamaya izin verecek bir
dinleyiciyi hak eder. Böyle ön yargısız bir şekilde dinleyebilecek birini
bulamayan herkes, işte bu ağaca koşardı. Yıllar içerisinde ünü yayıldı, başka
köylerden, başka şehirlerden geldi insanlar. Fakat niyetler de değişti, bu
ağaca gittikleri zaman içini dökmekten fazlasını yapmaya başladılar. Gün
içerisinde kızdıkları her şeyi içlerine atıyor sonrasında bu ağaçtan
çıkarıyorlardı. Gövdesini çizdiler, dallarını intikam alırcasına deli gibi
kestiler… Sinirlerinin hepsini bu ağaçtan çıkardı insanlar. İnsan değildi ya
sonuçta, ağlamazdı, kızmazdı bu ağaç. Uzun süre bu şekilde devam etti, bir süre
sonra kimsenin derdine deva olmamaya başladı bu zeytin ağacı. En sonunda öyle
bir hale geldi ki…Köydeki tüm ağaçlar kurudu, yağmurlar durdu, çiçekler soldu. Anladılar
ki insanoğlu sömürmeye meyilliydi, işte o zaman köyün bilgeleri bir karar
verdi. Öyle bir hikaye atacaklardı ki ortaya, insanlar artık doğaya zarar
vermeyecekti. Lanetli dediler, yanına yaklaşan herkese kötü şans getirecek
dediler. Böylece insanlar bir şeye daha inandı işte.
Öyle yavrum…
yıllardan beri düzelmesini bekliyoruz bu toprakların. Doğayı çok üzdük, ne
zaman bizi affedecek bilmiyoruz. Sanırım artık o bize içini döküyor...”
![]() |
- Dünü dinle, unutma sakın -
- Bu su hiç durmaz -
Ben yazdım:) Çok teşekkür ederim çok mutlu oldum ❤️
YanıtlaSilÇok güzelmiş 🙂
YanıtlaSilTeşekkür ederim:)
Silİyisin :) Güzel hikâye, güzel dil :)
YanıtlaSilOkurken Mustafa Amca'nın bir sözcüğüne takıldım. Acaba "psikolog" der miydi gerçekten? Bana sanki psikoloğun yaptığı işi anlatırmış ama mesleğin adını söylemezmiş gibi geliyor. Psikolog sanki biraz şehirli bir sözcük :) Tabii belli olmaz, belki köye dönmeyen bir evladı vardır Mustafa Amca'nın, psikolog olmuştur büyük şehirde :) Neşeli sevgilerle :)
Ne güzel dikkat etmişsiniz, bu detay aklıma gelmemişti. Yazdığınız yorumlar benim için gerçekten çok değerli, teşekkür ederim ❤️ Sevgilerle
SilPazar geçti, pazartesi geçiyor... Acaba bu hafta yeni bir öykü yok mu? :)
SilPazartesiyi dakikalarla kaçırdım...Salıya yetiştim:)
SilBlogunun zaman ayarlarından dolayı olsa gerek, pazartesiye yetişmişsin aslında :) Benim yaşadığım ülkede saat 19'u geçmişken, senin blogunda 8'i geçmiş oluyor :)
SilÖnceki yorumlarımızda saatlerin farklılığını görünce düşünmüştüm bunu:) Türkiye'den sevgilerle o zaman:)
SilSenden yana bu diyalogda bir sevgi ihracatı yok :) Demek istediğim, blogunun saat ayarlarında bir sorun var. Türkiye saatiyle 10.19, senin blogunda önceki günün 23.19'u olarak görünüyor. Bununla ilgili kontrolü blog ayarlarından "Biçimlendirme" başlığı altında yapabilirsin :)
Sil