24 Nisan 2023 Pazartesi

Tunus'ta üç ay - Sahra Çölü


"İçimden geldiği gibi" adlı bloğumda uzun zamandır içimden gelmediği için bir şeyler paylaşmamıştım fakat burayı her zaman çok sevdim ve zaman buldukça da takip ettiğim kişileri okumaya devam ettim, şimdi de bir gezi yazısı paylaşmaya karar verdim ve buradayım. Belki merak edenlere ya da gitmek isteyenlere bir fikir olur “Tunus’ta geçirdiğim üç ay”.

 

Geçen yaz AIESEC adlı bir öğrenci organizasyonunun global öğretmenlik programı ile Tunus’a gittim. Düşüncelerimi ve gezdiğim yerleri sırasıyla aşağıya ekleyeceğim.

 

Tunis Air diye bir havayolu şirketinin uçağına bindim. Çevremdeki herkes Arapça ve Fransızca konuşuyordu. İngilizce konuşan kimseye rastlamadım, hostes bile pek İngilizce bilmiyordu. Bu yüzden tabii ki birazcık heyecanlandım. Fakat bir problem yaşamadan kalacağım şehir olan Sousse (Susa) şehrine gittim.

Yollar zeytin ağaçları ile doluydu.

 

İlk gittiğim yer Susa ilinde Medina’ydı.




Ünlü sokak lezzetlerinden Fricassee’yi denedim. İçerisinde ton balığı, yumurta, zeytin ve harissa dedikleri çok acı bir sos vardı. Genelde ünlü olan çoğu yemeklerinin içerisinde ton balığı var. Omlete bile ton balığı koyuyorlardı.




Kaldığımın evin terasından sousse böyle gözüküyordu. İki katlı bir apartmandaydım ve apartmandaki herkes çamaşırlarını kurutmak için terasa çıkıyordu, herkes çamaşırlarını terasta kurutuyordu.





Orada birçok insanla tanıştım, evlerine misafir oldum. İnsanların çoğunda evde ayakkabılarını çıkarma alışkanlığı yok. Bizim gibi evleri sık temizleme, yerleri silme ve süpürme alışkanlıkları da pek yoktu.

Sular saat gece 9’dan sonra birçok yerde kesiliyordu. Banyo sırasında ya da elimizi yüzümüzü yıkarken yanlışlıkla su içmeyelim diye bizi uyardılar. Sular pisti.

Sokaklarda çok fazla kedi ve köpek var, çoğu zayıf ve hayatlarını kaybetmeye yakındı. Hayvanlara yemek, su koyma gibi bir şey pek yoktu. Yollarda çok çöp var. Çöp arabasına ya da herhangi bir belediye çalışanına rastlamadım. 




Gittiğim her kafede Türk kahvesi vardı. Genelde içeceklere çok şeker koyuyorlar. Türk kahvesinin yanında ayrıca Tunus için bir simge olan Yasemin Çiçeği esansı gibi bir şey koyuyorlar.



Tunus bir kadın için ya da birkaç kadın için gezmesi çok rahat olan bir yer değil. Güvenlik açısından hiçbir problem yaşamadım ama gördükleri her turist kadına laf atmak bir kültür haline gelmişti. Açık veya kapalı giyinmeniz bir şeyi değiştirmiyordu.



 Fakat bu gördüklerim dışında tanıştığım herkes çok misafirperver ve sevecendi. Arkadaşlarımız bizi hep gezdirmek istiyor, aileleri bizi hep yemeğe çağırıyordu. Türkleri çok seviyorlar.

Sousse ilinde Kantoui diye bir yere gittim ve çok beğendim. Diğer bölgelere göre daha turistik bir yerdi. Burada sezonluk kiralanan yazlık evler, balık restoranları ve lunapark bulunuyordu. 



Bir Türk arkadaşımla görmüştük bu deveyi Kantoui dediğim yerde. Türkçe konuşuyorduk ve bir kişi yanımıza gelip “Türk müsünüz?” diye sormuştu, çok mutlu olmuştu. 




Bir sonraki durağım Monastır’dı. Monastır ve Sousse gibi iller plajları için tercih edilen yerler.




Daha sonrasında Sousse ilinde Hergla denen bir yere gittim, denizini en çok beğendiğim yer burası olmuştu. Burası diğer bölgelere göre daha rahat ve güvenilir hissettirmişti.




Bir gün orada tanıştığımız bir arkadaşımızın ailesi bizi yemeğe çağırdı, sofrayı çekmiştim. Yemekler çok farklıydı. Sofrada Mulukhiyah dedikleri koyu yeşil bir yemek vardı. Çok severek yedikleri bir yemek. Bizim için tadına bakmak bile zor olmuştu, kına gibi bir kokusu vardı. Sofradaki biber dolması bizdendi, onlar çok sevdi. Çok misafirperverler, Tunus’ta en sevdiğim şey bu olmuştu.




Bir sonraki durağım El Jem şehriydi. Buraya Sousse ilinden trene binerek gittik. Belirli bir yolcu sistemleri yok, kapasiteleri yok. Tren biletleri sınırsız fakat tren kapasitesi kaldırmıyor. Bu yüzden de trende ayakta gidiyoruz ve kompartmanlar dolup taşıyor, kapılar kapanmıyor. Tunus’ta en gelişmeyen şeylerden biri de ulaşım sistemi.

Trende ancak bu yere oturabilmiştik. Burada unutamadığım anılardan biri ise bir adamın elindeki yeni doğmuş bebeği kucağıma vermesiydi. Bebeğe bakıp gülmüştüm ve birden adam kucağıma uzattı. Sonrasında da başka perona doğru yürüdü orada takıldı. Bir süre sonra yanıma gelip bebeği aldı. Böyle güvenip bırakmasına çok şaşırmıştım.




El Jem’de antik bir kenti ziyaret ettim. UNESCO tarafından 1979 yılında bir Dünya Mirası olarak listelenmiş bir amfitiyatrosu var. Orada yazılana göre Dünyadaki en iyi korunmuş Roma kalıntılarından biri ve Afrika'da bir benzeri yokmuş.







Kaldığımız mahallede bu ayakkabıları görüyorduk ve bunların anlamını merak ediyorduk. Bir gün Tunuslu bir arkadaşımıza sorduk ve bize eğer bu ayakkabıları görüyorsanız o sokakta esrar satıldığını gösterir demişti. Bu herkes tarafından bilinirmiş.




Tunuslu kızlar Türkçe birçok ifade biliyordu ve bazen bizi anlıyordu. Tunus'ta çok fazla Türk dizisi izleniyor. Dizilerimize çok hakimler. 

Tunus’ta son ayımızda Sahara turu yapmaya karar verdik ve kuzeyden güneye kadar birçok şehri gezdik.





Öncelikle Matmata diye bir berberi kasabasına gittik. Bir tane eve misafir olduk. Berberiler kimdir? Kimliğini Arayan Kadim Bir Halk: Berberiler







Sonrasında gecemizi otelde geçirdik ve sabah 5’te uyanarak Sahara çölüne gittik.




Orada kurumuş bir gölü ziyaret ettik.




Ve sonrasında Star Wars filminin çekildiği yere Tatooine’ e gittik. Orada elinde küçücük bir çöl tilkisini tasmayla tutan biri vardı, para karşılığında turistler fotoğraf çeksin diye tutuyordu. O kadar tatlıydı ki, fakat desteklememek amacıyla fotoğrafını çekmedik ve ilgilenmedik.





Sahara Çölü yolu belki de hayatımda hiçbir zaman unutamayacağım hisleri yaşattı. “Ben şu an neredeyim ya?” dedim ve oradaki yaşamları gördükçe garip hissettim kendimi. Parayı günlük yaşamlarında pek kullanmayan köyler, insanlar vardı. Yaşamlarımız çok farklıydı fakat durumları ne olursa olsun sofralarını bize açan cömertliğe sahip ve bir o kadar da sevecen insanlardı.



Benim gittiğim vakit 1 Tunus dinarı 5,5 Türk lirasıydı. Oradaki genel fiyatlardan bahsedeyim biraz. Bir fincan filtre kahve, espresso gibi kahveler 2-3 dinar arası değişiyordu.

Sokak yemekleri 2-6 dinar

Restoranda bir öğün 8-15 dinar arasında. Tabii ki bunlar geçen yaz fiyatları, şu an ne kadar değişmiştir emin değilim.


Çarşıda, sokakta gezdiğiniz vakit kasapların önünden pek geçesiniz gelmiyor. Genelde her şey çok açık, hayvan bedenleri de sokağa koyulmuştu. Bu da tazeliği göstermek için yapılıyormuş.

Başkenti pek gezme fırsatım olmadı, sadece Sidi Bou Said denen turistik bir yere gittim. Türkiye’ye dönmeden önce gitmiştim ve keşke önceden gelseydim dediğim bir yer oldu. Fakat dediğim gibi, Tunus’ta arabanız yoksa ulaşım biraz sıkıntı.


















Her gün işe gidip gelirken taksi kullandım. 10-15 dakikalık bir yer için taksiye günlük 2 dinar gibi bir para verdim. Yürüyerek bir yere gitmek zordu çünkü hava çok sıcaktı. Neyse ki taksi fiyatları çok uygundu.

Tunus’u gitmeden önce çok daha muhafazakâr bir yer olarak düşünüyordum, fakat gittiğimde güneydekilerin kuzeydekilere göre daha muhafazakâr olduğunu fark ettim. Kuzeydeki şehirler Fransız kültürü ile karışık bir kültüre sahipti.

Tunus’ta resmi yazı dili Fransızca ve genellikle herkes hem Arapça hem de Fransızca konuşuyor. Fakat Fransızca yerine daha çok Arapçayı tercih ediyorlar.

Gelelim Tunus Arapçasına. Tunus Arapçası diğer Arapça lehçelerinden farklı olarak birçok Fransızca kelime barındırıyor. Tunusluların dediğine göre, onlar tüm Arapça lehçelerini anlarlarmış fakat onları kimse anlamazmış.

Üç aylık Tunus Maceramda birçok güzel insanla tanıştım, çok güzel anılar biriktirdim. En güzeli de birçok farklı hayatlar görmenin deneyimini kazanmış olmaktı.

Gidecek olan ve sorusu olan varsa yorumlara beklerim:)

Ve son olarak da

Tunus'ta öğrendiğim ve hoşuma giden bazı Arapça şarkıları ekliyorum.







30 Ocak 2021 Cumartesi

-İyi ki-

 

Durduğun yerde kalma hali gittikçe içine çekiyor. Planladığım onca şey bir mum gibi erirken kalıntıları da benimle hapsolmuş. Hayat, sevdiğim insanlarla güzel diyorum demesine, fakat bir anda yalnızlık dolu odaya koşar vaziyette buluyorum kendimi, kilitliyorum kapısını fark etmeden. Odam büyük, özlemlerim bile dolduramıyor içini. Aşamayacağımı sandığım her şey, şehrin ışıkları içinde kaybolan yıldızlara bakmak gibi. Nokta kadar küçük, fakat çok büyük değeri.

“Yarın kilometrelerce uzaklara gideceğim” diye düşündüm ve bu düşünce bir anda heyecanlandırdı beni. Yeni bir hayat, yeni bir ev ve farklı yüzler…

Yanaklarından öptüğüm ablamı bıraktım otogarda, bindim otobüse. Araç çalışır çalışmaz ben de yol için hazırladığım çalma listesini açtım. Camdan dışarı bakarken dinlediğim şarkının sözlerine odaklandım.

“Sessizce akar zaman,

Yalnızlık gövden olur

Durmadan yoklar seni.”

Evet, sessizce akmıştı zaman. “Bitmek bilmeyen” okul yılları bitivermişti. “Oh öğrencilik güzeldir, ama çalışma hayatına alışmak zor olur” diyen seslerle doluydu artık kulağım. Bu asfaltlı yollar kendime sorduğum sorulardan oluşan bir nehir gibi. “Dolu dolu yaşamış mıydım bu yaşları? Hayallerimi gerçekleştirebilmiş miydim gerçekten?”.  Gerçi hayaller değişmişti, ben de değişmiştim.

Kapadım gözlerimi, her zaman nasıl kaçıyorsam öyle kaçtım. Uykuya saklandım.

***

“Geldim abla, iyiyim. Güzel geçti yolculuk.”

“İyi bakalım, yerleş de haber et yeniden.”

“Tamam, öptüm kocaman.”

Kapattım telefonu.

Kıpır kıpır olacağımı beklerken bir korku sardı bedenimi. “Alışırım” dedim içimden. İnsan alışırdı ya her şeye.

Ruhumun sanki ipleri vardı, bağladığım an çözülen. Düğüm atamıyorum hiçbir insana, ben istemediğim sürece atılamıyor o düğümler. Ne istediğimi bulmaya çalışırken birçok kalp kırıyorum. İplerimi kestiğim insanların ağzında bir “ah” oluyorum. Anlaşılmayı beklemiyorum artık, ruhumu çocuklarla buluyorum. Bağlanmaktan kaçan iplerim ancak çocuklarda avutuyor kendini.

Yeni geldiğim bu şehirde bir hafta sonra öğretmenliğe başlayacaktım. Eşyalarımı yerleştirdiğim odanın penceresinden dışarı baktım. Pencereyi aralayarak burnumu sızlatan soğuk havayı çektim içime. Bir gün burnumun direği de sızlar mı bu şehirde, diye geçirdim içimden.

 ***

Bembeyaz bir sabaha açtım gözlerimi. Güneş, bulutlarla saklambaç oynuyor, kar taneleri, düştüğü yerin misafiri oluyordu. Hazırlandığım gibi okulun yolunu tuttum. “Keşke biraz daha kalın giyinseydim” dedirten soğuk havayı selamladım. Yolda, tüyleri ıslanmış bir kediye takıldı gözlerim. Beni huzurla uyandıran bembeyaz sabahlar, kimisinin huzursuzluğu oluyordu.

Hevesle başladığım ilk dersin sonlarına doğru tatlı ve çekingen bir ses, odaklandığım yoklama defterinden aldı beni.

“Örtmenim, tuvalete gidebilir miyim?”

Bugün, "öğretmenim" kelimesini duyduğum her an teşekkür ettim. Verdiğim kararlara, seçtiğim yollara “iyi ki” dedim. 

İçimi umut dolduran gözlere gülümseyerek başımı salladım. 


-Ben sadece-




14 Ocak 2021 Perşembe

Ağaç Ev Sohbetleri 73

 


Herkese merhaba! Ağaç Ev Sohbetlerinin bu haftaki konusu eğitim. Sevgili Makbule Abalı bu haftanın konusunu belirlemiş. Ben de bir öğrenci olarak düşüncelerimi yazmak istedim. Eğitim sistemimizin eski haliyle şu anki halini deneyimlerimden yola çıkarak kıyaslayamayacağım fakat okuduklarım ve araştırdıklarımla bir şeyler söyleyebilirim belki:)

Ben de diğer blog yazılarında okuduğum gibi pek iç açıcı şeyler yazamayacağım. Öncelikle, eğitime bakış açısının kişiden kişiye değiştiğini görüyorum. Eğitim sisteminin bireyi hesaba katmayı reddeden bir yöntemi var, hayallerinin birbirleriyle aynı olmasının beklendiği çocuklar var. Birçok aile, çocuğunun bir gün “çok para kazanabilmesi, güzel bir araba ve büyük bir ev satın alabilmesi” amacıyla eğitim almasını istiyor.  Sistem de bunun üzerine kurulu, maddi başarı vurgulanıyor. Çocuklar şehirli tüketici kültürüne ait nadir bulunan işler için eğitiliyor, bunların dışında kalan meslekler “başarısızlık” olarak gösteriliyor.

Kendi hayallerimizi yaşadığımızı düşünürken aslında daha çocukken bize dayatılan hayaller doğrultusunda kararlar almış olabiliyoruz. Bence eğitim sisteminin en büyük sorunlarından biri “farklılıkların” güzelliğini göstermek yerine, birbirinin kopyası olan çocuklar yetiştirmek. Burada kendimden bir örnek vermek istiyorum. İlkokuldayken “büyüyünce öğretmen olmak istiyorum” demiştim, çevremden ve büyüklerimden aldığım tepkilerden bazıları “hani doktorluğu düşünüyordun neden vazgeçtin?”, “maaşı az”, “atanmak çok sıkıntılı vazgeç kızım” olmuştu. Çünkü herkes doktor, avukat ya da mühendis olmalıydı.

Bence eğitim sisteminin amacı, çocuğu bilme seviyesine ulaştırmalı ve kendini keşfetme yolundaki destekçisi olmalıdır. Şu anki eğitim sisteminin yöntemleri birçok çocuğun içinde bulunan araştırmacı ruhunu ve merakını öldürüyor. Doğayı, bir gün içerisinde sekiz saat boyunca kaldığımız sınıflarımızda öğreniyoruz, uygulamalı derslerimiz olması gereken gibi değil. Keşfedilen yeteneklerin bir anda sönmesi çok büyük ihtimal, çünkü sanata yönelimi olan çocuğa zorla istemediği derslerin bilgilerini dayatıyoruz, istediği bölümde okuyabilmesi için ezber yapması gerektiğini öğretiyoruz. Burada aslında öğrencilere sadece yöneldikleri alanla ilgili bilgiler öğretilsin demiyorum, eğer ki ilkokuldan beri bir çocuğun araştırmacı yönü geliştirilirse alanı olmadığı birçok konu hakkında dayatma olmadan bilgiye sahip olabilir, kendisi bu bilgiyi almaktan zevk duyabilir. “Eğitim” onun para kazanabilmesi için gerekli gördüğü şey değil, yaşamı, mutluluğu ve kendini keşfedebilmesi amacıyla almak istediği bir şey olur.

Sınavlar… şu an yüz yüze derslerimiz olmadığı için sınavlarımız ödev şeklinde veriliyor. Verilen ödevler de bize verilen konular hakkındaki düşüncelerimizi ve yaptığımız analizi uzunca yazdığımız makalelerden ve araştırmalardan oluşuyor. Derslerden geçme sisteminin bu şekilde olmasını daha çok seviyorum, tabii ki sınavı hangi öğrenci sever? Fakat burada sevmediğim şey, ezberlediğim tüm bilgileri bir saat içerisinde kağıda döküp bir daha yüzüne bakmayacak olmam. Çünkü, ezber şeklinde öğreniyor oluşum bu bilgilerin bendeki kalıcılığını azaltacak ve hatırlıyor olsam bile hayatımın içerisinde uygulamaya geçirme yeteneğim pek olmayacak. Bu sistemin sadece şu anki durumumuz için değil, yüz yüzeyken de daha çok alanda kullanılmasını isterdim. 

Bu konu üzerine konuşulacak çok şey vardır, öğrencilik hayatım çok eskilere gitmediği için eski eğitim sisteminde yaşadığım deneyimlerle karşılaştırma yapamadım fakat sorulan sorulardan sonuncusunu cevaplamak isterim.

Okul yaşamımda beni olumlu etkileyen ve işlerini sevgiyle, büyük heyecanla yapan öğretmenlerim çok oldu. Bu yüzden kendimi çok şanslı hissediyorum, hepsine teşekkür ederim:)