"İçimden geldiği gibi" adlı bloğumda uzun zamandır içimden gelmediği için bir şeyler paylaşmamıştım fakat burayı her zaman çok sevdim ve zaman buldukça da takip ettiğim kişileri okumaya devam ettim, şimdi de bir gezi yazısı paylaşmaya karar verdim ve buradayım. Belki merak edenlere ya da gitmek isteyenlere bir fikir olur “Tunus’ta geçirdiğim üç ay”.
Geçen yaz AIESEC
adlı bir öğrenci organizasyonunun global öğretmenlik programı ile Tunus’a
gittim. Düşüncelerimi ve gezdiğim yerleri sırasıyla aşağıya ekleyeceğim.
Tunis Air diye
bir havayolu şirketinin uçağına bindim. Çevremdeki herkes Arapça ve Fransızca
konuşuyordu. İngilizce konuşan kimseye rastlamadım, hostes bile pek İngilizce
bilmiyordu. Bu yüzden tabii ki birazcık heyecanlandım. Fakat bir problem
yaşamadan kalacağım şehir olan Sousse (Susa) şehrine gittim.
Yollar zeytin
ağaçları ile doluydu.
İlk gittiğim yer
Susa ilinde Medina’ydı.
Ünlü sokak
lezzetlerinden Fricassee’yi denedim. İçerisinde ton balığı, yumurta, zeytin ve
harissa dedikleri çok acı bir sos vardı. Genelde ünlü olan çoğu yemeklerinin
içerisinde ton balığı var. Omlete bile ton balığı koyuyorlardı.
Kaldığımın evin
terasından sousse böyle gözüküyordu. İki katlı bir apartmandaydım ve
apartmandaki herkes çamaşırlarını kurutmak için terasa çıkıyordu, herkes
çamaşırlarını terasta kurutuyordu.
Orada birçok
insanla tanıştım, evlerine misafir oldum. İnsanların çoğunda evde ayakkabılarını
çıkarma alışkanlığı yok. Bizim gibi evleri sık temizleme, yerleri silme ve
süpürme alışkanlıkları da pek yoktu.
Sular saat gece
9’dan sonra birçok yerde kesiliyordu. Banyo sırasında ya da elimizi yüzümüzü
yıkarken yanlışlıkla su içmeyelim diye bizi uyardılar. Sular pisti.
Sokaklarda çok
fazla kedi ve köpek var, çoğu zayıf ve hayatlarını kaybetmeye yakındı.
Hayvanlara yemek, su koyma gibi bir şey pek yoktu. Yollarda çok çöp var. Çöp arabasına ya da herhangi bir belediye çalışanına rastlamadım.
Gittiğim her
kafede Türk kahvesi vardı. Genelde içeceklere çok şeker koyuyorlar. Türk
kahvesinin yanında ayrıca Tunus için bir simge olan Yasemin Çiçeği esansı gibi
bir şey koyuyorlar.
Tunus bir kadın
için ya da birkaç kadın için gezmesi çok rahat olan bir yer değil. Güvenlik
açısından hiçbir problem yaşamadım ama gördükleri her turist kadına laf atmak
bir kültür haline gelmişti. Açık veya kapalı giyinmeniz bir şeyi
değiştirmiyordu.
Fakat bu gördüklerim dışında tanıştığım herkes çok misafirperver ve sevecendi. Arkadaşlarımız bizi hep gezdirmek istiyor, aileleri bizi hep yemeğe çağırıyordu. Türkleri çok seviyorlar.
Sousse ilinde
Kantoui diye bir yere gittim ve çok beğendim. Diğer bölgelere göre daha
turistik bir yerdi. Burada sezonluk kiralanan yazlık evler, balık restoranları ve lunapark bulunuyordu.
Bir Türk arkadaşımla görmüştük bu deveyi Kantoui dediğim yerde. Türkçe konuşuyorduk ve bir kişi yanımıza gelip “Türk müsünüz?” diye sormuştu, çok mutlu olmuştu.
Bir sonraki
durağım Monastır’dı. Monastır ve Sousse gibi iller plajları için tercih edilen
yerler.
Bir gün orada tanıştığımız bir arkadaşımızın ailesi bizi yemeğe çağırdı, sofrayı çekmiştim. Yemekler çok farklıydı. Sofrada Mulukhiyah dedikleri koyu yeşil bir yemek vardı. Çok severek yedikleri bir yemek. Bizim için tadına bakmak bile zor olmuştu, kına gibi bir kokusu vardı. Sofradaki biber dolması bizdendi, onlar çok sevdi. Çok misafirperverler, Tunus’ta en sevdiğim şey bu olmuştu.
Bir sonraki
durağım El Jem şehriydi. Buraya Sousse ilinden trene binerek gittik. Belirli
bir yolcu sistemleri yok, kapasiteleri yok. Tren biletleri sınırsız fakat tren
kapasitesi kaldırmıyor. Bu yüzden de trende ayakta gidiyoruz ve kompartmanlar
dolup taşıyor, kapılar kapanmıyor. Tunus’ta en gelişmeyen şeylerden biri de
ulaşım sistemi.
Trende ancak bu yere
oturabilmiştik. Burada unutamadığım anılardan biri ise bir adamın elindeki yeni
doğmuş bebeği kucağıma vermesiydi. Bebeğe bakıp gülmüştüm ve birden adam
kucağıma uzattı. Sonrasında da başka perona doğru yürüdü orada takıldı. Bir
süre sonra yanıma gelip bebeği aldı. Böyle güvenip bırakmasına çok şaşırmıştım.
El Jem’de antik
bir kenti ziyaret ettim. UNESCO tarafından 1979 yılında bir Dünya Mirası olarak
listelenmiş bir amfitiyatrosu var. Orada yazılana göre Dünyadaki en iyi
korunmuş Roma kalıntılarından biri ve Afrika'da bir benzeri yokmuş.
Kaldığımız
mahallede bu ayakkabıları görüyorduk ve bunların anlamını merak ediyorduk. Bir
gün Tunuslu bir arkadaşımıza sorduk ve bize eğer bu ayakkabıları görüyorsanız o
sokakta esrar satıldığını gösterir demişti. Bu herkes tarafından bilinirmiş.
Tunuslu kızlar Türkçe birçok ifade biliyordu ve bazen bizi anlıyordu. Tunus'ta çok fazla Türk dizisi izleniyor. Dizilerimize çok hakimler.
Tunus’ta son
ayımızda Sahara turu yapmaya karar verdik ve kuzeyden güneye kadar birçok şehri
gezdik.
Öncelikle Matmata diye bir berberi kasabasına gittik. Bir tane eve misafir olduk. Berberiler kimdir? Kimliğini Arayan Kadim Bir Halk: Berberiler
Sonrasında
gecemizi otelde geçirdik ve sabah 5’te uyanarak Sahara çölüne gittik.
Orada kurumuş bir
gölü ziyaret ettik.
Ve sonrasında
Star Wars filminin çekildiği yere Tatooine’ e gittik. Orada elinde küçücük bir
çöl tilkisini tasmayla tutan biri vardı, para karşılığında turistler fotoğraf
çeksin diye tutuyordu. O kadar tatlıydı ki, fakat desteklememek amacıyla
fotoğrafını çekmedik ve ilgilenmedik.
Sahara Çölü yolu belki de hayatımda hiçbir zaman unutamayacağım hisleri yaşattı. “Ben şu an neredeyim ya?” dedim ve oradaki yaşamları gördükçe garip hissettim kendimi. Parayı günlük yaşamlarında pek kullanmayan köyler, insanlar vardı. Yaşamlarımız çok farklıydı fakat durumları ne olursa olsun sofralarını bize açan cömertliğe sahip ve bir o kadar da sevecen insanlardı.
Benim gittiğim
vakit 1 Tunus dinarı 5,5 Türk lirasıydı. Oradaki genel fiyatlardan bahsedeyim
biraz. Bir fincan filtre kahve, espresso gibi kahveler 2-3 dinar arası
değişiyordu.
Sokak yemekleri
2-6 dinar
Restoranda bir
öğün 8-15 dinar arasında. Tabii ki bunlar geçen yaz fiyatları, şu an ne kadar
değişmiştir emin değilim.
Çarşıda, sokakta gezdiğiniz vakit kasapların önünden pek geçesiniz gelmiyor. Genelde her şey çok açık, hayvan bedenleri de sokağa koyulmuştu. Bu da tazeliği göstermek için yapılıyormuş.
Başkenti pek
gezme fırsatım olmadı, sadece Sidi Bou Said denen turistik bir yere gittim.
Türkiye’ye dönmeden önce gitmiştim ve keşke önceden gelseydim dediğim bir yer
oldu. Fakat dediğim gibi, Tunus’ta arabanız yoksa ulaşım biraz sıkıntı.
Tunus’u gitmeden
önce çok daha muhafazakâr bir yer olarak düşünüyordum, fakat gittiğimde
güneydekilerin kuzeydekilere göre daha muhafazakâr olduğunu fark ettim.
Kuzeydeki şehirler Fransız kültürü ile karışık bir kültüre sahipti.
Tunus’ta resmi
yazı dili Fransızca ve genellikle herkes hem Arapça hem de Fransızca konuşuyor.
Fakat Fransızca yerine daha çok Arapçayı tercih ediyorlar.
Gelelim Tunus
Arapçasına. Tunus Arapçası diğer Arapça lehçelerinden farklı olarak birçok
Fransızca kelime barındırıyor. Tunusluların dediğine göre, onlar tüm Arapça
lehçelerini anlarlarmış fakat onları kimse anlamazmış.
Üç aylık Tunus
Maceramda birçok güzel insanla tanıştım, çok güzel anılar biriktirdim. En
güzeli de birçok farklı hayatlar görmenin deneyimini kazanmış olmaktı.
Gidecek olan ve
sorusu olan varsa yorumlara beklerim:)
Ve son olarak da
Tunus'ta öğrendiğim ve hoşuma giden bazı Arapça şarkıları ekliyorum.