17 Kasım 2020 Salı

-Vicdan Ağacı-

 

Bizim buralarda bir zeytin ağacı efsanesi vardır. Bütün halk tarafından lanetli olduğuna inanılan bu ağaç, belki de bizim köyün en yaşlı ve en büyük ağacıdır. Bulunduğu zeytinlik arazisinde otlatılan tüm hayvanlar bile bu ağacın yanına yaklaşmaktan çekinir, yapraklarını yemek için çabalamazlar. Keçiler koyunlar zeytin yaprağı yer mi demeyin, bizim buralarda bayılırlar. İnanılana göre, eski zamanlarda insanlar bu ağaca gider, işlediği günahlarını, tüm dertlerini anlatır ve bu ağacın onların her bir derdine deva olduğunu, hatta tüm günahlarının bile silindiğini düşünürlermiş. Çocukluğumun geçtiği sokaklarda dolaşıp dururdu bu hikayeler, bizden yaşça büyük olan çocuklar “o cebinizdeki misketleri vermezseniz sizi yakalayıp ağaca götürürüz haaa veletler” diyerek bizi korkuturlardı. Eski insanlar neden bu ağaca böylesine bir anlam yüklemişler hiçbir zaman anlamamıştım. Belki de insanların her zaman bir şeye inanma ihtiyaçları vardı, eskiden kutsal olduğuna, şimdi de lanetli olduğuna…

Üniversiteyi bitirdikten sonra ardımda bıraktığım bu köye bir daha asla dönmeyeceğimi düşünmüştüm. Köyler her zaman biz gençler tarafından geri dönülecek bir yer olarak görülmemiştir, büyük şehrin yeri tabii ki bir başkadır. Fakat yıllar içerisinde her şey değişti, insanların talepleri yön değiştirdi. Ekmekler glütensiz, yumurtalar organik, besinlerin adı kalori… Böylece şehirlerden köye geri kaçış başladı. Benim de köyüme ziyaretim bu sayede oldu. Üniversite arkadaşlarımla birlikte bizim köyün yolunu tuttuk.

“Yahu Deniz, sizin köye neden zeytinlik köyü diyorlar? Yolda bir tane bile zeytin ağacı görmedim”

“Zeytinlikler dağın arka tarafında kalıyor, gerçi pek de zeytin ağacı olduğu söylenemez dediğin gibi, yıllar içerisinde hepsi kurudu, topraklar çok bereketsiz. Bizim buralarda bir efsane vardı, sanırım ondan alıyor adını.”

“Hadi yaa, neymiş bu efsane anlat bakayım bize”

Ya şimdi ne anlatayım ben bu kıza. Bize de hep yarım yamalak anlatıldı, belki de bu efsaneyi en ayrıntılı şekilde bizim köyden yıllar önce taşınmış Mustafa Amca’dan öğrenebilirdim. Ve böylece bizimkileri köyün az ilerisinde oturan Mustafa Amcaya götürmeye karar verdim. Bize de bir macera çıktı işte.

Evinin küçücük penceresinden içeri baktığımızda, Mustafa Amca’yı sobasının üzerine kestaneleri koyar vaziyette gördük. Televizyonun sesini uzaktan bile duyabiliyorduk, tarlada tüm günün yorgunluğu ardından keyif yapmak istercesine bir hali vardı. Gözlerinin içindeki o ışığın hala var olduğunu daha kapıdan girmeden anladım. Hiç değişmemişti Mustafa Amcam.

Beni gördüğü an çocuğuna sarılır gibi sarıldı, böyle kalabalık geldiğime de bir o kadar mutlu oldu. Sedirin üzerindeki örtüler kim bilir kaç yıllıktı…Eşinin ölümünden sonra, sanki kokusu bile evden gitmesin diye hiçbir şeyi değiştirmemişti. Eşinin tozlu raflardaki resimleri hala yerinde duruyordu.

Köyün ne çok değiştiğini, arazilere gelen otel tekliflerini anlattı bize. Bir süre de havadan sudan konuştuktan sonra bizim zeytin ağacı efsanesini sordum Mustafa Amcaya. Hepimiz içimizi ısıtan sobanın önünde, yerde bağdaş kurmuş bir şekilde bu uzun hikayeyi dinlemeye başladık…

“Ah benim canım oğlum… bunu anlatmamı uzun süredir isteyen kimse olmamıştı. Şöyle eskilere gidelim, en başından anlatayım size bu hikayeyi.

Eskiden bu köyde yaşayan insanlar ne zaman sıkıntıda olsalar bu zeytin ağacına gidermiş. Tabii o zamanlar vicdan ağacı derlermiş bu ağaca. Dertler biiir bir anlatılırmış… Bu ağaca giderken sıkıntı içerisinde gözüken her bir insanın dönüşte yüzünde güller açarmış. İnsanlar bu dertlerinin nasıl oluyor da çözüldüğünü hiç anlamamış, çözülüyormuş işte. Bu ağaca gitme alışkanlığı yayıla yayıla köy daha mutlu insanların olduğu bir yer haline gelmiş. Peki böylesine her derde deva bu ağacın şu an lanetli görülmesinin sebebi nedir? Ona da geleceğim…

Sizce ilahi bir gücü mü vardı bu ağacın? Hayır evladım… İnsanların yargılanmadan dinlenilmeye ihtiyacı vardı. Dertlerin çözümü kelimelerin içinde saklıydı. Psikolog mu vardı eski zamanlarda, pehh…İçini dökebileceği kimseyi bulamayanlar giderdi bu ağaca. Her bir insan, kendisini açıklamaya izin verecek bir dinleyiciyi hak eder. Böyle ön yargısız bir şekilde dinleyebilecek birini bulamayan herkes, işte bu ağaca koşardı. Yıllar içerisinde ünü yayıldı, başka köylerden, başka şehirlerden geldi insanlar. Fakat niyetler de değişti, bu ağaca gittikleri zaman içini dökmekten fazlasını yapmaya başladılar. Gün içerisinde kızdıkları her şeyi içlerine atıyor sonrasında bu ağaçtan çıkarıyorlardı. Gövdesini çizdiler, dallarını intikam alırcasına deli gibi kestiler… Sinirlerinin hepsini bu ağaçtan çıkardı insanlar. İnsan değildi ya sonuçta, ağlamazdı, kızmazdı bu ağaç. Uzun süre bu şekilde devam etti, bir süre sonra kimsenin derdine deva olmamaya başladı bu zeytin ağacı. En sonunda öyle bir hale geldi ki…Köydeki tüm ağaçlar kurudu, yağmurlar durdu, çiçekler soldu. Anladılar ki insanoğlu sömürmeye meyilliydi, işte o zaman köyün bilgeleri bir karar verdi. Öyle bir hikaye atacaklardı ki ortaya, insanlar artık doğaya zarar vermeyecekti. Lanetli dediler, yanına yaklaşan herkese kötü şans getirecek dediler. Böylece insanlar bir şeye daha inandı işte.

Öyle yavrum… yıllardan beri düzelmesini bekliyoruz bu toprakların. Doğayı çok üzdük, ne zaman bizi affedecek bilmiyoruz. Sanırım artık o bize içini döküyor...”




Dünü dinle, unutma sakın -
Bu su hiç durmaz -

 

 

 

 

 

10 yorum:

  1. Ben yazdım:) Çok teşekkür ederim çok mutlu oldum ❤️

    YanıtlaSil
  2. İyisin :) Güzel hikâye, güzel dil :)

    Okurken Mustafa Amca'nın bir sözcüğüne takıldım. Acaba "psikolog" der miydi gerçekten? Bana sanki psikoloğun yaptığı işi anlatırmış ama mesleğin adını söylemezmiş gibi geliyor. Psikolog sanki biraz şehirli bir sözcük :) Tabii belli olmaz, belki köye dönmeyen bir evladı vardır Mustafa Amca'nın, psikolog olmuştur büyük şehirde :) Neşeli sevgilerle :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne güzel dikkat etmişsiniz, bu detay aklıma gelmemişti. Yazdığınız yorumlar benim için gerçekten çok değerli, teşekkür ederim ❤️ Sevgilerle

      Sil
    2. Pazar geçti, pazartesi geçiyor... Acaba bu hafta yeni bir öykü yok mu? :)

      Sil
    3. Pazartesiyi dakikalarla kaçırdım...Salıya yetiştim:)

      Sil
    4. Blogunun zaman ayarlarından dolayı olsa gerek, pazartesiye yetişmişsin aslında :) Benim yaşadığım ülkede saat 19'u geçmişken, senin blogunda 8'i geçmiş oluyor :)

      Sil
    5. Önceki yorumlarımızda saatlerin farklılığını görünce düşünmüştüm bunu:) Türkiye'den sevgilerle o zaman:)

      Sil
    6. Senden yana bu diyalogda bir sevgi ihracatı yok :) Demek istediğim, blogunun saat ayarlarında bir sorun var. Türkiye saatiyle 10.19, senin blogunda önceki günün 23.19'u olarak görünüyor. Bununla ilgili kontrolü blog ayarlarından "Biçimlendirme" başlığı altında yapabilirsin :)

      Sil