22 Kasım 2020 Pazar

-Dingin Ada-

 

Kimseciklerin adını işitmediği küçük bir kara parçası varmış. Üzerinde yaşayan halk ona “Dingin Ada” dermiş. İnsanlar zaman kavramını hissetmez, bir yere yetişme telaşı yaşamazmış. Sayılı kişinin yaşadığı bu adada, mutsuz bir yüz görmek zormuş. Halk günün doğumuna şükreder, gün batımının arkasından su dökermiş. Yaşayanlarının balıkçılık ve tarımla uğraştığı Dingin Ada’nın kimilerine göre en büyük eksiği, üzerinde bir okul bulunmamasıymış, kimilerine göre de bir sorun olarak görülmezmiş.

Bu adada, her gün çocukları küçük kayığına bindirip iki buçuk saat uzaklıktaki okula götüren yaşlı bir balıkçı varmış. Karşılığında ne teşekkür beklermiş ne de bir ekmek istermiş. Çocukları her sabah kıyıdan alır, Şehir Ada denilen yerdeki okula götürür sonra da onları Dingin Adasına geri bırakırmış.

 

Tavanı rutubet kokan evlerinde hevesle okula gitmek için sabahı bekleyen çocuklardan birinin adı İda’ydı. Fakat diğer çocukların aksine, şehir adasına gitmeye onlar kadar hevesli olmayan İda’nın tek amacı yol boyunca yaşlı balıkçının öğütlerini dinlemekti. Aslında bu yol sırasında midesi bulanır, okul dönüşlerinde ise yorgun haliyle dalgalı denizin üzerinde bir sağa bir sola sallanmayı sevmezdi. Fakat Yaşlı Balıkçı’nın sohbeti İda için her şeye katlanmaya değerdi.

İda, sabah gözlerini açar açmaz çantasını eline aldı. Kıyıya yakın en büyük ağacın önünde, arkadaşlarıyla buluşmak için kapıdan dışarıya adım attı. Her gün okula giden sadece beş çocuk vardı, bu adada yaşayan kişi sayısı gerçekten de azdı. Bulutların parıldayan güneşi örttüğü ve toprağın yollardaki çukurlarda yağmur sularını biriktirdiği bir günde, İda’nın yüzünde arkadaşlarını görür görmez güller açtı. Kıyı yolu boyunca yürürken gökyüzüne bakıp bulutların nasıl bir şekle benzediklerini konuştular.

“Bakın bakın! Şurdaki bulutu görüyor musunuz, neye benziyor?”

“Hangisi , hangisi ?”

“Ya şurdaki işte görmüyor musun pofuduk pofuduk var ya”

“Hepsi pofuduk ama”

“Hııı”

“Tadı var mıdır bulutların?”

“Vardır…Bence çok tatlıdır tadı.”

Böyle sohbet eşliğinde kıyıya vardı çocuklar. Yaşlı balıkçı, küçük kayığını eski tahta iskeleye bağlamış, çocukları bekliyordu. Onları görür görmez gülümsemeye başladı. Çocuklar sıra halinde adamın kayığına bindiler. Denizin bugün karamsar bir sesi, farklı bir rengi vardı. Bulutlar gece boyunca ağlamış, güneş kış uykusuna yatarcasına saklanmıştı. Havanın böyle olması çocukları pek etkilemiyordu, çünkü okul yolu çok keyifliydi. Bazı zamanlar, yaşlı adam evinden bir kitap getiriyor, yol boyunca çocuklardan biri bu kitabı sesli bir şekilde okuyordu.

Yaşlı balıkçı elinde tuttuğu “Küçük Prens” kitabını çocuklara gösterdi, okuması için İda’ya doğru uzattı. Okul yolculuğu başlamıştı. İda kitabı eline alarak sesli bir şekilde okumaya başladı. "Ölene kadar sorumlusun, gönül bağı kurduğun her şeyden" diye bir cümle okudu İda ve duraksadı. 

Yaşlı Adam çocukların yüzüne baktı, konuşmaya başladı.

 “Birbirimizin hayatlarına fark etmeden dokunuyoruz ve belki de büyük etkiler bırakıyoruz. Gerçekten de ölene kadar sorumluyuz gönül bağı kurduğumuz her şeyden… Neden güzel dokunmayalım hayatlara? Neden bir insanın bizi hatırladığında yüzündeki tebessüm olmayalım ? “

İda, yıllar geçse bile yaşlı balıkçıyı ve öğütlerini unutamam diye düşündü. Çocukların hepsi yaşlı adama minnettar bir şekilde bakıyordu. Birden anlayamadıkları bir soru ortaya attı yaşlı balıkçı.

“Dönecek misiniz?”

Çocuklar birbirlerine bakıp durdular, kafaları karışmıştı.

“Dingin Adasında artık bir şeyler değişmeli” dedi yaşlı adam.

Çocuklar adamın suratına cevap vermeden bakmayı sürdürürken, İda ağlar bir yüz ifadesiyle sessizliği bozdu.

“Bizi okula götürmekten sıkıldınız mı?”

Yaşlı Adam İda’nın başını okşayarak,

“Benim yıllarım fazla kalmadı. Hak ettiğiniz her şeyi size vermek isterdim. Gidin, okuyun, gezin, öğrenin, yaşayın. Ama sonra dönün olur mu? Sizden sonrakilerin kaderini bu küçük kayığa bırakmayın…Dingin Adası’nın okulu, evlerinin içinde kitapları ve tükenmeden yeşeren umutları olsun…”

Çocuklar yaşlı adamın ne demek istediğini çok iyi anladı, birden bu yaşlı balıkçının boynuna atladılar ve söz verdiler.

Dingin Adası’nın yeşeren umutları onlardı.






7 yorum:

  1. dinginlik ve umut yaydı içten öykün...çok güzel, şarkıyı da dinliyorum:)

    YanıtlaSil
  2. "Vicdan Ağacı" yazında da eğitim gördükten sonra kırsaldaki evine dönmeme meselesine değinmiştin. Yakın aralıklarla bahsettiğin için bu noktaya neden önem verdiğini merak ediyorum :) Bu arada, "Dingin Ada" ile "Dingin Adası" sanki tamamen aynı anlamlar çağrıştırmıyor. İkisini de kullandığın için takıldım; halk oraya "Dingin Ada" derken sen neden "Dingin Adası" demek istedin acaba? Neşeli sevgilerle :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de şimdi daha detaylı düşündüm neden bu konu üzerinde üst üste durmuşum diye. Doğduğumdan beri şehir merkezinde yaşıyorken, iki hafta önce kırsal bir yere taşındık İzmir depreminden dolayı. Sanırım bu yüzden bu iki yazı da kırsal bir yerde geçti:) Fakat tam olarak nasıl etkilendiğimi ve eğitimle nasıl bağdaştırdığımı ben de bilmiyorum doğrusu:)
      Halk dingin ada diyormuş, ben de hayali bir ada ismi yarattım "dingin adası" olsun oranın adı dedim:)) Sevgilerle

      Sil
    2. Deprem. Geçmiş olsun. Planlanmayan bir yaşam dönüşümüne neden olmuş sanırım, güzellikler getirmesini dilerim kırsalın. Pek çok hikâye yazdıracak gibi duruyor :)

      Şimdi oldu biraz, halk öyle niteliyormuş, ama adı "Dingin Ada" değilmiş. Ben adını öyle sandım :) Teşekkür ederim açıklama için :)

      Sil
    3. Teşekkür ederim, evet umarım güzellikler getirir:)

      Sil