15 Kasım 2020 Pazar

-Yük-

 

Anahtarı hızlıca çantasının içine atarken evde bir şeyler unutmuş olabileceği hissine kapıldı Eylül. Hızlıca cüzdanını ve telefonunu kontrol etti, en önemlisi bunlardır diye düşündü. İkisi de çantanın içinde düzensiz bir şekilde duruyordu. Beşinci kattan inmeye başladığı merdivenler göz açıp kapayıncaya kadar bitmiş gibiydi, apartman kapısını açtı ve havadaki toprak kokusunu içine çekti. Yağmur yeni dinmiş, açık olan şemsiyeler kapatılmış, kediler saklandıkları yerlerden çıkmışlardı. Yağmurun kendisinde yarattığı hüznü düşündü, yine içine bir hüzün çökmüştü. İnsanın ruh hali ne de garipti, bir havaya değişebiliyordu. Gece kendisine defalarca söz vermişti, bugün erken yatacağım dedi. Ve sabaha karşı gözlerini kaparken yine kendisine verdiği sözü tutmadığını fark etti.

Yaşadığı apartmanın büyük bir bahçesi vardı, mahallenin çocukları bu bahçedeki çardakta sohbetlere dalar, çardakta yer bulamayan çocuklar çimlerin üzerinde otururdu. Şimdi o ıslak çimlerin üzerinde bir çocuk bile yoktu. Eylül bahçe kapısından dışarı çıktı, sağına ve soluna baktıktan sonra karşı kaldırıma geçti, sahile doğru yürümeye başladı. Bu yağmurlu havada sahilin bir keyfi olur muydu bilemedi, keyif düşünecek durumda değildi sadece nefes almak istedi. Deniz farklı nefes aldırır insana, kimisine her bir nefes alışında yüreğindekileri daha derin hale getirir, kimisine içindeki yükleri hafifletir. Herkesin yükü vardır, yok mudur? Seçimlerimizin yükü, kaderin yükü, alışkanlıkların yükü, geçmişin yükü… Eylül ne kadar süre denize baktığını anlamadı, insan saate bakmadığı zaman anlayamazdı. Bazen saate bakıldığında da anlaşılmaz zaman, bir sabah uyandığında banyonun aynasında anlaşılır belki de. Gözlerinin etrafındaki çizgilere bakarsın, geçiyor be zaman dersin. Eylül evine geri dönerken bir karar verdi, içine attığı kırgınlıklarıyla ilgiliydi bu karar. Söylemek istediği ne varsa dile getirecekti çünkü yüklerden kurtulmanın yolu dile getirmekti. Son bir yıl içerisinde yaşadıkları çok zordu, her seferinde daha fazlasına katlanamam dedi. Fakat içten içe biliyordu ki hayat insana kaldıramayacağı şeyi vermezdi. Yol boyu insanların yüzünü inceledi. Neşe, acı, keder, umut dolu farklı yüzler… Hayatları farklı, geçmişleri farklıydı bu insanların. Kimisi yalnızlığının korkusundan evine bile girmeyip yabancı kalabalıklarda kendisini avutuyor, kimisi de özlediği ailesiyle bir akşam çayı içmeye gidiyordu. Kıyafetleri, ellerindeki çantaları, duruş şekilleri farklıydı bu insanların, fakat ifadeleri birbirine benziyordu. Gökyüzüne bakışları, çöp kenarında duran bir kediye bakışları, gülen bir çocuğa bakışları…bu insanlar özünde birdiler. Peki ya ne zaman böyle farklı görünür oldular? Kimilerinin içi nefret doldu, kimileri her şeye sustu. İnsanı insan yapan neydi? Belki de herkes bunu unuttu. Eylül unutmamak için çaba sarf edenlerdendi. Ne kadar zorluklar yaşarsa yaşasın, insanlığını, benliğini kaybetmemeye çalışanlardandı.

Apartman bahçesinin kapısından içeri girdiği sırada çardakta bir dolu çocuk gördü. Gülüşüyorlar, oyunlar oynuyorlar, şakalaşıyorlardı. Böyle gülen çocukları görmek Eylül’ün kafasındaki düşüncelerin hepsini susturdu.





 

3 yorum:

  1. Ben de bazı yerlerde kendime benzettim Eylül'ü...Teşekkür ederim:))

    YanıtlaSil
  2. Bak, demişti dersin, öykündeki o çardak altında duran çocuklar var ya onlar büyüyünce farklı şehirlere üniversite öğrenimi görmeye gidecekler ve mezun olduklarında memleketlerine dönmeyecekler. Sonra sen zamanı gelince bir öykü daha yazacaksın ve memleketlerine dönmeyen bu çocuklardan bahsedeceksin :) Malum, bu senin işlemeyi sevdiğin bir detay :) Neşeli sevgilerle :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gülerek okudum ya:)) Gerçekten dikkatlisin! Evet sevdiğim bir detay:)) sevgilerle

      Sil