Anahtarı hızlıca
çantasının içine atarken evde bir şeyler unutmuş olabileceği hissine kapıldı
Eylül. Hızlıca cüzdanını ve telefonunu kontrol etti, en önemlisi bunlardır diye
düşündü. İkisi de çantanın içinde düzensiz bir şekilde duruyordu. Beşinci
kattan inmeye başladığı merdivenler göz açıp kapayıncaya kadar bitmiş gibiydi,
apartman kapısını açtı ve havadaki toprak kokusunu içine çekti. Yağmur yeni
dinmiş, açık olan şemsiyeler kapatılmış, kediler saklandıkları yerlerden
çıkmışlardı. Yağmurun kendisinde yarattığı hüznü düşündü, yine içine bir hüzün
çökmüştü. İnsanın ruh hali ne de garipti, bir havaya değişebiliyordu. Gece
kendisine defalarca söz vermişti, bugün erken yatacağım dedi. Ve sabaha karşı
gözlerini kaparken yine kendisine verdiği sözü tutmadığını fark etti.
Yaşadığı apartmanın
büyük bir bahçesi vardı, mahallenin çocukları bu bahçedeki çardakta sohbetlere
dalar, çardakta yer bulamayan çocuklar çimlerin üzerinde otururdu. Şimdi o
ıslak çimlerin üzerinde bir çocuk bile yoktu. Eylül bahçe kapısından dışarı
çıktı, sağına ve soluna baktıktan sonra karşı kaldırıma geçti, sahile doğru
yürümeye başladı. Bu yağmurlu havada sahilin bir keyfi olur muydu bilemedi,
keyif düşünecek durumda değildi sadece nefes almak istedi. Deniz farklı nefes
aldırır insana, kimisine her bir nefes alışında yüreğindekileri daha derin hale
getirir, kimisine içindeki yükleri hafifletir. Herkesin yükü vardır, yok mudur?
Seçimlerimizin yükü, kaderin yükü, alışkanlıkların yükü, geçmişin yükü… Eylül
ne kadar süre denize baktığını anlamadı, insan saate bakmadığı zaman
anlayamazdı. Bazen saate bakıldığında da anlaşılmaz zaman, bir sabah
uyandığında banyonun aynasında anlaşılır belki de. Gözlerinin etrafındaki
çizgilere bakarsın, geçiyor be zaman dersin. Eylül evine geri dönerken bir
karar verdi, içine attığı kırgınlıklarıyla ilgiliydi bu karar. Söylemek
istediği ne varsa dile getirecekti çünkü yüklerden kurtulmanın yolu dile
getirmekti. Son bir yıl içerisinde yaşadıkları çok zordu, her seferinde daha
fazlasına katlanamam dedi. Fakat içten içe biliyordu ki hayat insana
kaldıramayacağı şeyi vermezdi. Yol boyu insanların yüzünü inceledi. Neşe, acı,
keder, umut dolu farklı yüzler… Hayatları farklı, geçmişleri farklıydı bu
insanların. Kimisi yalnızlığının korkusundan evine bile girmeyip yabancı
kalabalıklarda kendisini avutuyor, kimisi de özlediği ailesiyle bir akşam çayı
içmeye gidiyordu. Kıyafetleri, ellerindeki çantaları, duruş şekilleri farklıydı
bu insanların, fakat ifadeleri birbirine benziyordu. Gökyüzüne bakışları, çöp
kenarında duran bir kediye bakışları, gülen bir çocuğa bakışları…bu insanlar
özünde birdiler. Peki ya ne zaman böyle farklı görünür oldular? Kimilerinin içi
nefret doldu, kimileri her şeye sustu. İnsanı insan yapan neydi? Belki de
herkes bunu unuttu. Eylül unutmamak için çaba sarf edenlerdendi. Ne kadar
zorluklar yaşarsa yaşasın, insanlığını, benliğini kaybetmemeye çalışanlardandı.
Apartman
bahçesinin kapısından içeri girdiği sırada çardakta bir dolu çocuk gördü.
Gülüşüyorlar, oyunlar oynuyorlar, şakalaşıyorlardı. Böyle gülen çocukları
görmek Eylül’ün kafasındaki düşüncelerin hepsini susturdu.
Ben de bazı yerlerde kendime benzettim Eylül'ü...Teşekkür ederim:))
YanıtlaSilBak, demişti dersin, öykündeki o çardak altında duran çocuklar var ya onlar büyüyünce farklı şehirlere üniversite öğrenimi görmeye gidecekler ve mezun olduklarında memleketlerine dönmeyecekler. Sonra sen zamanı gelince bir öykü daha yazacaksın ve memleketlerine dönmeyen bu çocuklardan bahsedeceksin :) Malum, bu senin işlemeyi sevdiğin bir detay :) Neşeli sevgilerle :)
YanıtlaSilGülerek okudum ya:)) Gerçekten dikkatlisin! Evet sevdiğim bir detay:)) sevgilerle
Sil